Beynimizin Yüzde 10'unu Değil, Tamamını Kullanıyoruz!

Rastgele seçtiğiniz bir grup insana, beyin hakkında ne bildiklerini soracak olursanız, en sık karşılaşacağınız yanıt muhtemelen beyin kapasitemizin ancak %10'unu kullandığımız olacaktır. Bu inanış, dünyanın dört bir yanındaki nörobilimcilerin acı içinde kıvranmalarına neden oluyor. %10 efsanesi 100 yıldan uzun bir süre önce ABD'de filizlendi ve şimdilerde ülkeler nüfusunun yarısı buna inanıyor.

Oysa beyin üzerinde çalışmalar yürüten bilimciler için bu fikir tamamen saçmalık; beyin son derece etkin bir cihaz ve görünüşe bakılırsa hemen hemen tümüne de ihtiyaç duyuluyor. Zamana bunca süredir direnmesi belki de verdiği iyimser mesaj yüzündendir. "Eğer normalde beyinlerimizin sadece %10'luk kısmını kullanıyorsak, kalan %90'ın ufak bir kısmını olsun kullanabilirsek yapabileceklerimizi bir düşünsenize!" Ve insanların hepsi beyin kapasitesinin tamamını kullanabilme yeteneğine sahipse "aptallarla" değil, beyinlerini yeterince kullanmayı öğrenmemiş bir grup potansiyel Einstein'la karşı karşıyayız demektir.

Bu iyimserlik tarı, beyin gücünü arttırmak için türlü türlü çalışma programları pazarlamak isteyen kişisel gelişim grupları tarafından istismar edilmiştir. 1940'lı yıllarda Dale Carnegie bu fikri kitap satışlarını artırmak ve okuyucuları etkilemek için kullanıyordu.

Tüm bu söylenenlerin aksine gerçekte beyninizin tümünü her gün kullanırsınız. Beynin hiç kullanılmayan büyük parçaları olsaydı, bunların zarar görmesi fark edilebilir sorunlara yol açmazdı. Ama durum asla böyle değil! Ayrıca beyin etkinliklerinin ölçülmesine imkan tanıyan işlevsel görüntüleme yöntemleri, basit işlerin bile bütün beyni etkinleştirmek için yeterli olduğunu göstermiştir.

Beynimizin %10'unu kullanıyoruz efsanesinin başlangıcıyla ilgili bir diğer olası açıklama da beynin belirli bölgelerinin hasar sonucu ortaya çıkan etkilerin kolayca anlaşılmasını engelleyecek kadar karmaşık olmasıdır. Örneğin; beyin korteksinin ön lobları hasarlı olan kişiler, günlük hayatın gerektirdiği sıradan işlerin çoğunu rahatlıkla yapabilirler, ancak yaşanan durumlara uygun davranış biçimlerini seçmeyi başaramazlar. Mesela, bu durumdaki bir hasta önemli bir iş toplantısının orta yerinde ayağa kalkıp yemek yemek için toplantı salonundan çıkıp gidebilir. Tabii ki, bu durumdaki hastalar dünyaya ayak uydurmada büyük zorluk yaşar.

Günümüzden önceki nörobilimcilerin ön beyin bölgelerinin işlevlerini anlamakla ilgili bazı sorunlar yaşamalarının bir nedeni, laboratuvar fareleriyle çalışmaları olabilir. Laboratuvar fareleri oldukça basit bir hayat sürer. Yapmaları gereken; besinlerini ve sularını görmek, bunların yanına gitmek ve tüketmekten ibarettir. Hayatta kalmaları için bunların haricinde yapmaları gereken pek bir şey yoktur. Bu işlerin hiç biri beynin ön bölgelerinin kullanılmasını gerektirmez. Erken dönem nörobilimcilerin bazıları da fareleri inceledikten sonra, bu bölgelerin fazla bir şey yapmıyor olabileceği düşüncesini geliştirdiler. Sonraki tarihlerde yapılan daha gelişmiş testler bu düşüncenin doğru olmadığını kanıtlamış olsa da, bu hurafe çoktan akıllarda kendine yer edinmişti...

Kaynak: Welcome To Your Brain / Sandra Aamodt - Sam Wang

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Işık saçan canlılar: Biyolojik Işıldama

Termodinamiğin ikinci yasası: Entropi nedir?

Fizikte rota değişimine neden olan Heisenberg'in Belirsizlik İlkesi